Aşağıda kendi seçtiğim en iyi 10 ‘prequel’ sinema filmini sıraladım. Bu liste karışık bir listedir, en iyiden daha az iyiye göre sıralanmamıştır. Sizden de bu listede olmayan, olması gerektiğini düşündüğünüz filmleri bizimle paylaşmanızı isteriz. Sitemizin “Forum” linki altında fikirlerinizi bekliyoruz.
1. Prometheus (2012)
Aslına bakarsanız, Prometheus, doğrudan Alien’in ‘prequel’i olmasa da – henüz çekimlerine başlanmayan, Prometheus’un devam filmi “Paradise”, Alien’ın hikâyesinin öncesini daha net anlatacaktır diye düşünüyorum – ‘prequel’e harika bir örnek oluşturur. Her şeyden öte, çok iyi bir “Sci-Fi” yapıtıdır ve Ridley Scott bu film için yıllarını vermiştir.
2. Star Trek (2009)
Star Trek dizileri The Next Generation, Deep Space Nine, Voyager, Enterprise ve diğer çok beğenilen 10 sinema filmi bir tarafa, J.J. Abrams, bizi bütün bunların gerisine götürüyor bu filmle. Kim kimdir? Nereden gelmiştir? Öğreniyoruz. Üstelik zaman/mekân teoremlerini altüst ederek…
3. Rise of the Planet of the Apes (2011)
İlk Planet of the Apes film dizileri, bir seri kendi ‘prequel’i dâhil olmak üzere, zamanda yolculuk alt planını kullanarak dünyanın dominant türü olan insanoğlunun yerini almaya gelecek primatların ne kadar zeki olduğunu açıklıyordu. Son film ise, ‘prequel’e müthiş bir örnek teşkil etmekle kalmıyor, çağımızın en önemli hastalıklarından biri olan Alzheimer’ı örnek alarak hastalıklara çare bulmak ve ilaç geliştirme adına denek olarak hayvanları kullanma ve genlere müdahale ikilemini gözler önüne seriyor.
4. The Godfather Part II (1974)
Hem bir ‘prequel’ hem de bir ‘sequel’ olan “Baba 2”, 1972 yılındaki birinci filmde – The Godfather başlı başına mükemmel, ne ‘prequel’e ne de ‘sequel’e ihtiyacı olan, müstakil bir filmdir – anlatılan hikâyeye şaşırtıcı bir derinlik kazandırıyor. Film ilerledikçe, babası Vito’nun (Robert De Niro) onlarca sene önce gücün başına yükselişi öyküsünü ki bu filmde işlenen paralel bir hikayedir, toparlayacak şekilde imparatorluğunu iç ve dış tehditlerden korumakla meşgul Michael Corleone (Al Pacino) karakterinin içlerine daha da nüfuz ediliyor.
5. X-Men: First Class (2011)
Her türlü mutasyona açık X-Men serisi sonsuz sayıda ‘sequel’ ve ‘prequel’ seçeneği sunuyor, Wolverine filmlerini saymıyorum bile. Bu film bize, “telepat” Charles Xavier’in, süper güçlere sahip mutant gençlere barınak/okul sağlayan Profesör X’e ve Xavier’in dostu Erik Lensherr’in mutant ayrılıkçısı bir lider, Magneto’ya nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Bu arada bir yan gizem olarak var olan Xavier’in bacaklarının neden sakat olduğunu öğreniyoruz. Tüm X-Men filmlerinde olduğu gibi bu filmde de ağırlıklı olarak ‘mutasyon’un günümüzün sosyo-politik sorunlarına gönderme yapan etkili metaforu işleniyor.
6. Batman Begins (2005)
Tim Burton’ın Batman filmleri ne kadar tutmuş olsa da “Pelerinli Haçlı”nın geçmişini aydınlatacak hemen hiç birşey vermiyordu. Diğer taraftan, Joel Schumacher’in Bat-filmleri ise, Bruce Wayne’nin gülünç bir haçlıya dönüşmesi nedeniyle hem Batman hayranlarını hem de yeni yeni Batman izlemeye başlayanları yabancılaştırmıştı. Zira Batman’in karakteri konusunda birçok şey havada kalmıştı. Tam da burada, Batman çizgi romanlarının yaratıcısı Frank Miller’dan bariz bir şekilde esinlendiği gözlemlenen Christopher Nolan’ın “Batman Begins”i devreye girdi. Ancak bu filmle Wayne’nin dövüş sanatları yeteneklerini ne şekilde edindiğini, yarasa figürünü nasıl avatarı olarak belirlediğini, o olağanüstü silahlarını, alet edevatlarını nasıl geliştirdiğini ve gelecekte Gotham polis müdürü olacak James Gordon’la nasıl ittifak oluşturduğunu öğrenmiş olduk.
7. The Good The Bad And The Ugly (1966)
The Good The Bad And And The Ugly filminin sonuna geldiğimizde bile, hala Clint Eastwood’un canlandırdığı karakterin ismini bilmiyoruz. A Fistful of Dollars ve For a Few Dollars More da dâhil olmak üzere üç filmin sonunda elimizde sadece “Ugly” Tuco’nun taktığı küçümseyici “Blondie” lakabı kalıyor. Fakat buna rağmen pançosu ve tüm diğer meşhur kostüm ve aksesuarlarının her birini nasıl elde ettiğini biliyoruz. Yönetmen Sergio Leone, “The Man With No Name” hakkındaki spaghetti-western üçlemesini öylesine özenle işlemiştir ki kendi konseptinde bir ilk olmasına rağmen hala en iyiler arasında yer almaya devam etmektedir.
8. Casino Royal (2006)
Pierce Brosnan, Bond olmasıyla beraber maalesef en kötü Bond filmlerini sırtlamak zorunda kalmış, berbat bir film olan Die Another Day (2002) de tabuta son çiviyi çakmıştı. Yapımcılar, Bond’u yeniden ayağa kaldırmak adına Goldeneye’ın yönetmeni Martin Campbell’la anlaşarak bizleri Bond’un başladığı zaman götürdü; ilk avına, ilk aşkına ve ilk süper kötü adamına. Daniel Craig, Bourne-vari, mükemmel bir Bond olarak geçen senenin görkemli Skyfall’ına kadar daha gerçekçi, daha eğlenceli filmlere zemin hazırladı.
9. Fast Five (2011)
“Bu da ne şimdi? ‘Fast Five’ bir ‘prequel mi?’” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, aynen öyle! 2009’un Fast & Furious’u, 2011’in Fast Five’ı ve yeni çıkacak olan Fast & Furious 6, 2006’da gösterime giren Tokyo Drift’in öncesinde geçmektedir. Fast & Furious ne kadar yavaş ve çekingense Fast Five cesurca aksiyonun dibine vuruyor.
10. Star Wars: Episode III – Revenge of the Sith (2005)
Star Wars serisini, ‘prequel’ tabirine en açık örneği verdiği için listeye aldım. Aslına bakarsanız, bana göre ‘prequel’ filmlerin yüz karasıdır. Buna rağmen, Revenge of the Sith bu üçlü ‘prequel’in en iyisi olarak yüreklere biraz su serpiyor. Nedeni, diğer iki filmden çok daha fazla soruya cevap veriyor, yani ‘prequel’in hakkını veriyor.