Kendimi bir uçakta buluyorum, önümde bir dizüstü bilgisayar, gazetem ve içkim var. Belli ki zenginim. Kalkıp dolaşıyorum. Özel uçak tabi, az ufak. Pilotların yanına kabine gidiyorum. Üç tuşla uçak uçuruyorlar. İçki yapıyorum kendime ve yerime oturuyorum. Oda ne! Bir sallantı, alev falan derken, uçağın arkası deliniyor. Sonrası malum, kendimi suda buluyorum, yüzeye çıkıyorum ve beni hazır şişmiş bekleyen cankurtaran botuma biniyorum. Uçağın jet motoru patlıyor, baygınlık geçiriyorum. Gözlerimi açtığımda sabah olmuş ve ufukta bir ada gözüküyor. Kürek çekerek adaya ulaşıyorum. Sorgusuz sualsiz, hayatta kalmak için basit araçlar yapıyorum vs. Evet! Oynayan arkadaşlar anladı, oynamayan arkadaşlarda aşağı yukarı nasıl bir oyundan bahsettiğimi tahmin etti. Öncelikle, bu bir inceleme yazısından ziyade ufak bir rehber havasında. Okurlara birazda olsa duygumu aktarabilmek adına, böyle bir giriş yaptım.

Kendinizi güncel tutan bir oyuncuysanız, piyasada fırtınalar estiren ‘hayatta kalma’ oyunlarından haberiniz vardır mutlaka. Hatta kendinizi tutamayıp denediniz bile eminim. DayZ, H1Z1, Strand Deep, Don’t Starve, Long Dark, Forest bunlar çok bilinen örneklerden. Arkadaş çevremle gaz bir şekilde ‘hadi deneyelim, bu sefer olmuş gibi’ diyerek aldığım oyunlar. Her oyun farklı gözükse de, temelde aynı şeyi oynuyoruz aslında. Her oyun kendince ufak bir renk katıyor ve oda çözülünce geriye bir şey kalmıyor. İlk baştaki heyecan her seferinde sönüyor. Hele ki çoğunun odak noktasını oluşturan çoklu oyuncu sistemi, sizden önce sıkılan arkadaşlarınız ile baltalanıyor. Bir yerden sonra yalnız başınıza girip ormanlarda, ıssız adalarda koşturmak anlamsız kaçıyor iyice.

Örnek vermek gerekirse, DayZ vaat ettikleri, Don’t Starve ise Tim Burton havası veren grafikleri ile sattırdı kendini. Hepsi de erken erişim ile bitmeden piyasaya sürüldü. Hayatta kalma oyunu yapacaksanız, mutlaka erken erişim olmalı gibi bir şey oturdu insanların kafasında. Erken erişim olarak aldığınız oyunda bütün hataları kabul ediyorsunuz, farkındayım. Fakat bu işin yavaş yavaş kötüye kullanıldığını düşünüyorum.

Craft yapmak, arkadaşların ile takılmak, kan kaybı, bir yerlerinin kırılması ve kendine bir barınak bulmak, çoğu oyunun yine odak noktasını oluşturuyor ve hoş. Arka planda bir hikâye olmadan, bir yerlerde doğup, sebebini bilmediğin bir olayın ortasında kalmak, en azından benim için sıkıcı. Öldüğünde sıfırlanan oyun yapıları ise bunu iyice yüzüne vuruyor ve kendini amaçsız hissettiriyor. Oldukça olumlu yorumlar alan, son zamanların popüler oyunu Destiny, hem tekli hem de çoklu oyuncu modunu harmanlayıp size sunuyor. Erken erişim oyunlar ile Destiny karşılaştırmak biraz fazla kabul ediyorum. Fakat oradan bir şeyler kapabilir diye düşünüyorum yapımcılar. İşin içine hikâye ve amaç katılmalı artık. Oyun tek başınıza da bir anlam sunmalı size.

Şimdi birazda denemek isteyenler ve hala karar verememişler için, kendi deneyimlerim ile kısa kısa oyunlardan bahsedeceğim.

DayZ

DayZ

DayZ

Ne yalan söyleyeyim DayZ neredeyse demirbaş olmasına rağmen, öyle çok vakit geçiremedim. DayZ türün ilklerinden olmasının iyi yanları olduğu kadar kötü yanlarını da tattı. Hayatta kal teması daha yeni yeni popüler olmaya başladığı zamanlar, çok oyuncu olmasa da güzel bir topluluk oluşturdu oyun. Detaya çok fazla inen, ıslak kıyafetlerle hasta olmaya kadar varan detaylar mevcut oyunda. Birde oyunun daha erken erişimde ulaştığı 1 milyon 700 bin satış rakamı başarısı var. Umarım bu yapımcıların gevşemesine sebep olmaz.

H1Z1

Sanki söylediğim tüm kötü yanlarını bana yedirircesine, kendini güncel tutan bir oyun oldu H1Z1. Forumlarda oyunculardan geri dönüşler alarak, sık sık yeni yamalar alıyor oyun. Yeni eşyalar, bug giderme, grafiksel iyileştirmeler vb. Kısacası adamlar boş durmuyor. Bahsettiğim heyecanı ise Battle Royale ile yakalamış durumdalar. Sizi diğer oyuncular ile bir haritaya kapatıp, hayatta kalmanızı bekliyorlar. Zombiler mi yoksa insanlar mı daha tehlikeli? Sorusunun cevabını çok güzel alabilirsiniz. Ayrıca haritadaki tek zorlukta diğer insanlar değil. Hele birde arkadaş bulursanız, güzel vakit geçirtebilir.

Strand Deep

Yazının girişinde bahsettiğim oyun olur kendisi. Hikâye olarak her ne kadar sıfırda olsa, türe değişik özellikler getirmiş durumda. Benim en sevdiğim özelliği çok temiz bir arayüz sağlaması. Susuzluk ve açlık gibi hayatta kalma oyunlarının vazgeçilmez istatistikleri, kolunuzdaki bir saat aracılığı ile gösteriliyor. Sizde tertemiz ıssız ada manzaraları ile baş başa kalıyorsunuz. Adada tamamen ilkel araçlar yapıyorsunuz. Fakat adalar arası gezerken, bulduğunuz batık gemilerden modern silahlar elde edebiliyorsunuz, çok hoş bir detay. Son olarak ıssız ada konsepti ve Tom Hanks abimizin Castaway filmini andıran ortamı, tahmininizden güzel stres attırıyor.

Don't Starve

Don’t Starve

Don’t Starve

Şüphesiz tüm bu hayatta kalma oyunları içerisinde en geyik ve eğlenceli oyun bu. Sunduğu Tim Burton havası çok güzel. Hem tekli hem de çoklu oyuncu modu var. Yani ister tek ister arkadaşlarınızla oynayabilirsiniz. Aç kalmadan mevsimler geçiriyorsunuz ve her mevsimin kendine göre zorluğu var. Çok çeşitli hayvanlar ve yaratıcı olaylar ile bezenmiş oyun. Ne yalan söyleyeyim en uzun bunu oynadım.

The Long Dark

İçlerinde atmosferini en güzel hissettiren oyun buydu bence. Uçak kazasının ardından Kanada’nın soğuk ve ıssız ormanlarında hayatta kalmaya çalışıyoruz. Soğuk önemli bir unsur çünkü bahsettiğim atmosferi tamamlayan en güzel şey, oyunun sesleri. Fırtına ve soğuk efektleri iliklerinize kadar işliyor. Çizgi roman havasındaki grafikleri ve sulu boya tadındaki renk paleti ise görmeye değer manzaralar sunuyor. Kulaklığınızı takıp atmosferin içine gömülmek için ideal tercihlerden.

Long Dark

Forest

Tema olarak uçak kazasını ve yağmur ormanı atmosferini içinde barındırıyor Forest. Strand Deep gibi deniz, kum ve palmiye üçlüsünden çok, yeşillik, dip köşe ve mağara içeren bir orman. Oyunun havasını ünlü Lost dizisine benzetebilirim. Uçak düştüğünde yanınızda küçük bir çocuk var. Hafif baygın bir şekilde çocuğun adanın garip yerlileri tarafından kaçırıldığını görüyorsunuz. Artık söylemeyeyim çocuk öldü mü kaldı mı? Yerli deyip geçmeyin bu arada. Adanın başlıca eğlencesi onlar. Size saldırmaları hem sinir bozuyor hem de yokluklarında garipsiyorsunuz. Yerlilerinde mutant olduklarına dair bir söylenti var.

State of Decay

Oyunun tam tarifi Walking Dead dizisi. Ortamdan tutunda renklere kadar her şey benziyor. Genel olarak tekrar eden görevlerden yakınılsa da, ek paketlerle falan gidiyor oyun. Multiplayer yok oyunda. Onun yerine oyun içinde size katılan ve etkileşime geçen NPC’ler var. Oyun sandbox gibi her şeyi size bırakmıyor, onun yerine bir MMORPG havasında görevler sunuyor size. Yanınıza katılan insanların istatistiklerini takip edip, geliştirebiliyorsunuz. Sürekli bir mikroekonomi havası var. Aslında açık dünya olan oyun, başlarda biraz sıkabiliyor. Unutmadan oyunun tatlı bir hikâyesi de var. Başta da dediğim dizi tadında ilerliyor.

 

Uzun lafın kısası, oyuncular olarak sadece tüketme odaklı olmamalıyız. Bize verilen erken erişim hakkını iyi kullanmalı, yapımcılara güzel geri dönüşler vererek, kendini tekrar ederek şişen bu balona el atabiliriz. En yaratıcı olması gereken platformlardan biri olan video oyunları, yavan bir döngüye girmemeli. Elbette ki eleştiride bulunduğum türdeki oyunların hepsini deneyemem, mutlaka kaçırdıklarım olacaktır. Ama biraz araştırma yaptığınızda fark ediyorsunuz ki, herkes erken erişim ile hayatta kalma oyunu peşinde. Takip etmek bile zorlaşıyor artık. Okurken bana katılmadığınız anlar oldu mutlak ama temel aynı, oyuncular olarak rutin ve tekrarlardan kaçınmamız gerekiyor.