Sevgili Multiplayergiller, yedinci bölümüne geldiğimiz yazı dizimize başlamadan önce 140 civarı televizyon dizisi listelemiştim. Aralarında çok eski yapımlar da olan bu liste, eklenen yeni diziler ve benim sonradan değinmeye gerek duymadığım programlar nedeniyle bayağı bir değişmiş durumda. Alfabetik sıraya özen göstermeme karşın bu sene başlayan diziler için bu kuralı biraz da olsa esnetmek gerekmekte.
Bugünkü sıralamamızda yeni yapımlara öncelik tanıyacağım, bilginiz olsun. Haydi bakalım, bana kolay gelsin, size de iki okumalar…
Better Call Saul – Diziyi izlemeye korka korka başladım ve hakkında bir şeyler yazmak için de 5 bölüm beklemem gerekti. Zira televizyon tarihinin en sıkı yapımlarından biri olan Breaking Bad’in ardından, bu muhteşem dizinin çok da fazla ortalıkta görülmeyen bir karakteri hakkında yapılmış bir diziydi. Allahtan kortuğum başıma gelmedi; geliştirdiğim önyargılarımı alt üst etti Better Call Saul. Evet, Breaking Bad’in o enerjik, esprili, kararında akyisonlu, bir sonraki bölümü merakla bekletecek kadar heyecanlı ve gerilimli atmosferi aynen yansıtılmış. Bob Odenkirk, Saul rolünde çok başarılı bir iş çıkarıyor. Daha şimdiden ikinci sezonu için anlaşılmış Better Call Saul yürür.
Legends – Dizi, Martin Odom (Sean Bean) adında gizli görevlerden gizli görevlere gönderilen ve bu yüzden kimlik bunalımına giren bir hükümet ajanının yaşadıklarını konu alıyor. Devamlı sahte kimliklerle görev alan bu ajanlara Legends adı veriliyormuş. Odom’ın, aldığı her görevde sahte bir isim kullanmanın yanında, görevin niteliğine göre farklı bir karaktere de dönüşmesi gerekiyor. Bir mafya tetikçisiyken, bir bakıyorsunuz bir gazeteci, bir profesör, bir avukat olmak durumunda. İçine sızdığı grubun yapısına göre her karakter için farklı aksanlarda konuşup, farklı bir hayat görüşünü sunmak zorunda çevresindeki insanlara. İnsanın kafasının allak bullak olmaması ihtimal dahilinde değil. Üstelik arkadaşın bir karısı bir de oğlu var gerçek hayatında. Odom öyle bir noktaya gelmiş ki artık gerçek hayatının gerçekliğini sorgulamaya başlamış. Tabii burada anlatırsam küfür yiyeceğimi bildiğimden fazla detaya da girmek istemiyorum. Kısacası, faal olarak gizli görevlere devam ederken bir yandan da gerçek olarak bildiği kişiliği kurcalamaya başlayan bir vatandaşın dizisi bu. Sean Bean abiyi bilmeyeniniz yoktur sanırım. Kendisi LOTR’un Boromir’i, GOT’un Ned Stark’ıdır. Hatta The Elder Scrolls IV: Oblivion’da da imparator Martin Septim’i seslendirmiştir. Sean Bean’i tanıyanlar, oyuncunun üzerine yapışan laneti de bilirler; oynadığı her karakter ölür! Bunu bilen yapımcılar da dizinin bilboard reklamlarının birinde #DontKillSeanBean tagine yer vermiş. Yazık lan… Sean Bean dizi finalinde ölür mü bilinmez, ölse de çok umurumda olacak mı, olmayacak. Ben oynadığı oyuna bakarım. Farklı aksanları bu kadar rahat dillendiren aktör bizim ellerde olmadığı gibi öylesine Hollywood’da da zor rastlanır. Nedir abicim bizim o ağa dizilerinin hali? 30 kişilik kadroda, yerel ağzı iki kişi kullanır, doğma büyüme köylü diye tanıtılan eleman İstanbul Türkçesiyle konuşur. Sonra da ben oyuncuyum diye dolanırlar orta yerde. Peh…
Leverage – Timothy Hutton’ın hatrına izlediğim bir dizi; ama sadece bir sezon. Son teknolojiyi kullanarak zengin suçlulardan çalan bir grubu konu eden dizi 5 sezonun ardından 2012 yılında yayın hayatına son verdi. Aksiyonu bol ama gerilim neredeyse sıfıra yakın. Bir tek bölümünde bile şaşırtıcı bir öğeye rastlamadım. Karakterler çok tanıdık ve sığ geldi bana. Sözün özü, bunca sağlam dizi varken vakit ayırmaya değmeyecek bir yapım.
Lie To Me – Favori dizilerimden bir de bu Lie To Me’dir. Yüksek IQ’lu adamları seviyorum, açıkçası özeniyorum da diyebilirim. Belki de sinema ve televizyon yapımlarında aradığım bir numaralı kriterin zeka dolu olmasının nedeni de budur. Lie To Me, Dr. Cal Lightman (Tim Roth) adında bir davranış bilimcinin kurduğu bir şirket vasıtasıyla devlet kurumlarına suçluları yakalak konusunda verdiği danışmanlık hizmeti sırasında yaşadıklarını işliyor. Sahip olduğu bu yetenek sayesinde yenilmez bir poker oyuncusu da olan Dr. Lightman, suçluları mimiklerinden, beden dillerinden şıp diye teşhis edebiliyor. Ne çok isterdim böyle bir yeteneğe sahip olmayı, anlatamam. Karşınızdaki insanın neler sakladığını, sizin hakkınızda neler düşündüğünü bilmek, herkesten bir adım önde olmak demektir. Ne iş yaparsanız yapın, insanları bu kadar iyi tanıyorsanız hep başarılı olursunuz. Böylesi keyifli bir dizinin 3 sezonda bitivermesini büyük bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. 9 puan veriyorum 10 üzerinden.
Longmire – Walt Longmire (Robert Taylor), Wyoming eyaletinin Absaroka kasabasının şerifidir. Eski kafalıdır. Western filmlerinden aşina olduğumu şeriflerden farkı, at yerine bindiği SUV ve kullandığı 14lüdür. Longmire’ın en sevdiğim yönü düz anlatımı oldu. Neredeyse hiçbir abartı yok dizide. Gelişen olaylar “yok artık” dedirtmiyor. Hangi kültürden gelmiş olursanız olun, Şerif Longmire’ın dürüstlüğüne, gözüpekliğine, dirayet sahibi oluşuna hayran oluyorsunuz. Birkaç bölümde ailenize kabul ediyorsunuz. Dediğim gibi çok fazla vurdu kırdı yok. Kanlı çatışmalar, büyük soygunlar bulamazsınız bu yapımda. Dizideki her karakter gayet “normal” insanlar. Ama senaryoda öyle bir alt metin var ki tüylerinizi diken diken ediyor. Spoiler vermemek için burada duruyorum. Longmire’ı mutlaka izleyin.
Lost – Lost! Hakkında bu kadar konuşulan, bu kadar fan sayfası oluşturulan, televizyon eleştirmenlerinin kanlı bıçaklı olduğu başka bir dizi var mı bilmiyorum. Hastası olan da çok, nefret eden de. Finali başka bir alem. Yapımcıları bana gelip, Burçhancım, final sezonu için bir fikir ver deselerdi, mevcut altıncı sezonun senaryosuna çok yakın bir hikaye sunardım herhalde. Bana göre Lost’un yegane olumsuz yanı, dizinin sadece “gizem” elementi üzerine kurulu olmasıydı. O kadar gizem yaratmaya çalışırsanız, gelir bir yerde tıkanır kalırsınız. İlk 3 sezon o kadar heyecanlı gitti ki dördüncü sezondan itibaren diziyi bırakanlar biliyorum. O kadar gizem ve heyecan da sıkıcı olabiliyor. Bu neden böyle demekten, hikayeye odaklanamıyorsunuz. Biri sokakta önümü kesip de bana bir dizi ismi söyle dese, aklıma gelen ilk isim Lost olurdu. Eminim bu birçok insan için de geçerlidir. Dünyanın en prestijli televizyon dergilerinden biri olan Empire, 2008 yılında Lost’u tüm zamanların en iyi dizisi listesinde 5. sıraya yerleştirdi. Lost, Lost’tur, başka söze gerek yok.
Man Seeking Woman – Psikopat bir komedi. Adından da anlaşılacağı gibi kendine manita yapmaya çalışan bir adamı anlatan dizi, bildiğiniz kafayı yemiş yazarlar tarafından kaleme alınmış. Bu kadar abartılı bir hikayeye rastlamadım. Düşünsenize, hala aşık olduğunuz eski sevgiliniz Adolf Hitler’le çıkmaya başlıyor! Hani şu 6 milyon Yahudi’yi katleden, bütün dünyayı kanlı bir savaşa sürükleyen, tarihin en nefret edilen adamıyla. Kız arkadaş edinme konusunda öylesine beceriksizsiniz ki ablanız size gerçek bir trol ayarlıyor! 3 bölüm dayanabildim. Yeter ulan bu kadar abukluk dedim ve Man Seeking Woman defterini kapadım.
Marco Polo – Tarihi yapımları sevenlere şiddetle tavsiye edeceğim bir dizi. Dünya tarihinde en çok tanınan isimlerden biri olan Marco Polo’nun hikayesi anlatılıyor. 13. Yüzyılda, Kubilay Han’ın hüküm sürdüğü uzak doğuda geçen hikayemizde Marco Polo’nun ünlü Moğol hükümdarıyla olan ilişkisi, dönemin ticareti, İpek Yolu, Moğolların Çinlilerle olan sürtüşmeleri, yine Moğolların Çin kültürü tarafından ele geçirilmesi gibi çok ciddi konular yanında, her ne kadar senaryodan ibaret olsa da, Marco Polo’yu yakından tanıyoruz. İlk sezonu 10 bölümden oluşan yapımın ikinci sezonu Aralık ayında başlayacak. Kostüm ve dekorlar inanılmaz. Oyunculuk performansları müthiş. Senaryo deseniz, eğlenceli bir tarih kitabı kıvamında. İzleyin.
Married – Çok keyifli, dürüst, hayattan, gerçekçi ve eğlenceli bir komedi. Komedi dizilerin pek takılmamakla birlikte Married’in müptelası olmuş durumdayım. Çocuklar, maddiyat, seks ve sair standart sorunlar dolayısıyla eşiyle arası bozulan bir adamın durumu toparlamaya çalışmasını anlatan güzel bir yapım. 30 yaş üstü izleyicilerin daha fazla ilgisini çektiğini tahmin ediyorum. Daha genç olan kitle için biraz yavaş ve sıkıcı gelebilir. En iyisi bir iki bölüm izleyip öyle karar verin. İkinci sezon Temmuz’da başlıyor.
Masters of Horror – Her bölümünde başka bir korku hikayesinin anlatıldığı dizinin yazarları ve yönetmenleri korku janrasının önde gelen isimlerinden oluşuyor. Amerikan Horror Story’den daha fazla ilgimi çektiğini söyleyebilirim. Bol ödüllü Masters of Horror ilki 8, ikincisi ise 13 bölümden oluşan iki sezon olarak yayımlandı. Erken kesmelerinin sebebini anlamış değilim. Tavsiye olunur.
Hangi Diziler Neden İzlenir? (6)
Hangi Diziler Neden İzlenir? (5)
Hangi Diziler Neden İzlenir? (4)
Hangi Diziler Neden İzlenir? (3)