Sevgili Multiplayergiller, altıncı bölümüne geldiğimiz yazı dizimize başlamadan önce 140 civarı televizyon dizisi listelemiştim. Aralarında çok eski yapımlar da olan bu liste, eklenen yeni diziler ve benim sonradan değinmeye gerek duymadığım programlar nedeniyle bayağı bir değişmiş durumda. Alfabetik sıraya özen göstermeme karşın bu sene başlayan diziler için bu kuralı biraz da olsa esnetmek gerekmekte.
Bugünkü sıralamamızda yeni yapımlara öncelik tanıyacağım, bilginiz olsun. Haydi bakalım, bana kolay gelsin, size de iki okumalar…
12 Monkeys – 1995 yapımı Bruce Willis, Madeleine Stowe ve Brad Pitt’in oynadığı aynı adlı filmi hatırlayanlarınız olacaktır; izlemediyseniz de bulup buluşturun, mutlaka izleyin derim. 12 Monkeys dizisi de işte bu filmin televizyona uyanlanmış hali. 2042 yılında, laboratuvar üretimi bir virüs tarafından dünya nüfusunun çok büyük bir kesimi hayatını kaybetmiş haldedir. Bilim adamlarından oluşan bir ekip bir zaman makinesi icat edip geçmişe bir kiralık katil göndermek suretiyle bu virüsü yaratan vatandaşı öldürmek ve salgının hiç yaşanmamış olmasını sağlamak arzusundadır. Mevzu kısaca bu. Henüz 3 bölümü yayımlanmış dizi, doğal olarak birçok açıdan filmin gerisinde kalıyor. En azından, 129 dakikalık filmin tamamına ustaca yayılan gerilimi yansıtabiliyor demesi güç. Başta, X-Men serisinin ateş adam Pyro’sunu canlandıran ve 12 Maymun’da da zamanda yolculuk yapan kiralık katili oynayan Aaron Stanford olmak üzere oyunculuklar çok sıradan. Hikayesi diğer tüm unsurların önüne çıkan bu tarz yapımlarda zaten üstün oyunculuk performansları beklemek yanlış olur. Vaktiniz ya da benim gibi TV dizilerine özel bir ilginiz varsa kaçırmayın derim. Ben bu yapıma 7.0 puan veriyorum.
Fortitude – Aynen Fargo ve Broadchurch gibi suç oranının çok düşük olduğu kıyıda kenarda kalmış bir kasabada işlenen bir cinayetin peşindeki kanun adamlarını ve kasaba halkının bu duruma gösterdikleri insani yaklaşımları ele alan yepyeni bir dizi. Bu dizinin farkı, işe kutup ayılarının da karışmış olması. Zira, çekimler İzlanda’nın doğu kıyısında yapılıyor olsa da, dizi Norveç’in kutup dairesinde kalmış bir adasında geçmekte. İlk iki bölümü aynı anda 29 Ocak’ta yayımlanan dizinin sezonu 12 bölüm olacak. İkinci bir sezonun varlığı henüz belli değil. Hikayeyi bir sezonda bitirecekler diye düşünüyorum. Valla şöyle söyliyeyim, ben bu diziyi sevdim. Bir kere giriş sahnesi müthişti. Daha ilk bölümden kucağımıza bir sürü soru işareti düşüyor, tam da bir gerilim yapımında olması gerektiği gibi. Çekimler, sahneler, kullanılan muhteşem kutup manzaraları ve özellikle ışık, gayet profesyonelce çalışılmış. Bir önceki dizi için de söylemiştim, senaryo ve hikaye iyiyse aktörlere pek fazla bir iş düşmüyor. Yazın, güneşin 22-23 saat göründüğü Kuzey Kutbuna çok yakın bir kasabanın sakinlerinin nasıl bir hayat yaşadığını, o soğukla nasıl başa çıktıklarını merak ediyorsanız, Fortitude’ü izlemeniz yeterli olacaktır. Biraz da belgesel havasında çekilmiş dizide, biz nasıl sokak köpekleri ve kedileriyle beraber yaşamaya alıştıksa, Fortitude gibi yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar da kutup ayılarına o derece alışık olduklarını şaşkınlıkla izliyoruz. Mesela, silah taşıma konusunda dünyanın her yerinde onca kavga gürültü yapılırken, bu kasabada av tüfeği taşımayan şerif tarafından bizzat fırçalanıyor, hor görülüyor. Ayıların nereden çıkacağı belli değil çünkü. Fazla uzatmadan, Fortitude iyi dizi, kaçırmayın. 8.5.
House M.D. – Dr. Gregory House’u tanımayanınız var mı? Hani şu antisosyal, ilaç bağımlısı, ukala dümbeleği, dahi tıbbi tanı uzmanı House’dan, kafeteryada yemek yerken yan masadaki kürdan kemiren adamdan ilham alıp hastasına teşhis koyan manyak doktordan bahsediyorum. House sayesinde her an karşımıza çıkabilecek hastalıkların nelerden kaynaklandığını öğrendik. Acil serviste işlerin nasıl yürüdüğünü, hastane içindeki kliniklerin nasıl koordine çalıştığını ya da çalışamadığını, doktorlar arasındaki çekişmeleri, Amerikan sağlık sisteminin nasıl işlediğini gözlemledik. Amerikan sağlık çalışanlarının ne şartlar altında çalıştığını gördük, bol bol “bu bizde neden yok?” diye sorduk kendi kendimize. Şahsen 8 sezon, 170 küsür bölümün birini bile kaçırmadım. Dizinin finali de tam da olması gerektiği gibiydi. House, nadir başucu dizilerinden biridir. Onca bölümde bir tane bile mantık hatası hatırlamıyorum, negatif anlamda göze batan tek bir oyunculuk performansı bile yok diyebilirim. Çok emek harcanmış muhteşem bir yapımdır. 10 üzerinde 9’u hak eder.
House of Cards – Kevin Spacy denince akan sular durur. Bir de yanına, aralarında The Curious Case of Benjamin Button ve Fight Club gibi muhteşem iki filmin bulunduğu birçok sinema filmine imza atmış David Fincher gibi bir yönetmen/yapımcı eklenirse tadından yenmez. Eşi Claire (Robin Wright) ile birlikte kendine ihanet edenlere karşı politik bir savaş açmış olan bir kongre üyesini (Kevin Spacy) konu alan dizi politik yapımları sevenler için bulunmaz kaftan. House of Cards takip etmesi zor bir dizi. Salim kafayla oturup izlemek gerekiyor; dolayısıyla ben de çok saygı duyduğum bu diziye hakkettiği özeni göstermek için uygun zamanı kolluyorum. Şiddetle tavsiye ederim, dünyaya hükmeden A.B.D. politikasının arka odalarında neler döndüğünü açık seçik ve cesurca ortaya koyan House of Cards’ı illa ki izlemelisiniz.
How I Met Your Mother – Bir baba düşünün ki çocuklarına, anneleriyle nasıl tanıştığını tam tamına 9 sezonda (208 bölümde) anlatıyor. Çocuklara afakanlar basıyor, oturdukları kanepede yaşlanıyorlar ama bize de muhteşem sevimli, duygulu, samimi, inanılmaz bir komedi yapımı sunmaktan geri durmuyor. Oyuncu kadrosunun her bir üyesine ayrı ayrı hastayım. Enteresandır, dizinin ana hikayesini anlatan Ted’i canlandıran Josh Radnor, diğer üyeler Jason Segel, Cobie Smulders, Neil Patrick Harris ve Alyson Hannigan gibi bu dizi dışında önemli projelerde pek görünmedi. Nedense bu konu içimi biraz burkmuştur hep. Çok da güzel bir finalle noktalanan dizi bana göre tam arşivlik; DVD’lerini alıp, kitaplığımızda saklamamız gereken bir yapım. 8.5 puan da analarının ak sütü gibi helal olsun.
How to Get Away with Murder – “Cinayetten Nasıl Yırtılır?” şeklinde Türkçeleştirebiliriz, gayet de güzel olur. Viola Davis, Annalise Keating adında bir ceza hukuku profesörünü canlandırıyor. Keating, üniversitede ceza hukuku dersleri vermesinin yanında fiilen ağır ceza davalarına da giren bir avukat. Kendine ait bir hukuk bürosu var. Okulda kendi seçtiği öğrencilerden oluşan bir grubu aldığı davalar için çalıştırıyor ve bu sayede bu öğrenciler, bir şekilde erken staj yapma olanağına ulaşmış oluyor. Staj dediysem aklınıza son sınıf öğrencileri gelmesin, elemanların hukuk fakültesindeki henüz ilk yılları. Bu arada unutmadan, bu güzide üniversite hocamızın öğrencilerine verdiği bir numaralı ders aynen dizinin adından da anlaşılacağı gibi “müvekkilinizin yırtması için her yol mübahtır!” How to Get Away With Murder izlemesi biraz sıkıntılı bir dizi. Dikkatinizin bir anlık dağılması bile olan biteni takip etmenizi zora sokabiliyor. Şöyle söyleyeyim, ilk bölümde bir cinayete teşebbüs davası görülürken arka planda kayıp bir kız öğrenci ve Profesör Keating’in 4 öğrencisinin gece karanlığında kurtulmaya çalıştıkları bir ceset mevzu bahis! Bu bölümde – artık ‘flashback’ mi dersiniz, ukalalık yapıp, o geçmiş değil, gelecekten sahneler diyip ‘flashforward’ mu dersiniz, orası size kalmış – zamanda bir ileri bir geri gidiyorsunuz, bu da kafanızın karışmasına neden olabiliyor. Ama pes etmek yok! O kadar da anlaşılmayacak değil. Sözün özü, sıkı bir dizi ve izlenmeli! 8.0.
Intelligence – Lost’un yakışıklı elemanı Josh Holloway’in baş rolünü üstlendiği bilim kurgu aksiyon dizisi. Geçen yıl yayınlanan 13 bölümlük ilk sezonun sonunda pek tutulmamış olacak ki ikinci sezonla ilgili hiçbir habere rastlamadım. Aslında çok da fena değildi. Beynine süper teknolojik bir çip yerleştirilen ve bu çip sayesinde internete bağlanıp, birkaç saniyede ağdaki tüm verilere ulaşabilen bir ajanın başından geçenlerin anlatıldığı izleyiciyi pek zorlamayan hafif bir yapım. İzleseniz de olur izlemeseniz de. Benilk sezonu bitirdim ve hiç pişman değilim. 7.0 puanını rahatlıkla verebilirim.
Intruders – Intruder, kelime anlamı itibariyle “davetsiz misafir, bir yere zorla giren kimse.” Dizinin konusu da bu çerçevede işleniyor. Gizli bir grup, insanların vücutlarını ele geçirmek ve vakti geldiğinde bir diğerine atlamak suretiyle ölümsüzlüğün peşinde koşturuyor. Bir yazar olan Jack Whalen (John Simm), karısının abuk sabuk hareketlerinden işkillenip, takibe başladığında bu gizli örgütün de bir şekilde tekerine çomak sokmaya başlıyor, arkasından olaylar olaylar. Intruders, pek heyecan duymasam da takip ettiğim dizilerden biri. Mevzu itibariyle alışılmış bir yapım değil. En azından bu temaya benzer bir konuyu işleyen bir dizi ya da film hatırlamıyorum. Varsa bildiğiniz, paylaşın lütfen. Intruders, 8 bölümde sezon finali yaptı. Süper yetenek gerektiren sahnelerin varlığında sıkıntı olduğundan kayda değer bir oyunculuk performansına rastlamadım. Yalnız, Madison O’Donnell rolünü canlandıran Millie Bobby Brown denen velet fena. Bacak kadar kızdan gıcık almanızı sağlayacak kadar yetenekli bir oyuncu. Başrollerden biri olan Richard Shepherd (James Frain) iyi adam mı kötü adam mı çözemiyorsunuz. Bu da aslında iyi bir şey. Karakterin gizem sahibi olması izleyiciyi ekran başına çeken en önemli unsurlardan biridir. Ayrıca Shepperd’ın kullandığı çift namlulu tabanca da karaktere farklı bir hava katmış. ‘Spoiler’a kaçmadan dizi hakkında verebileceğim detaylar bu kadar. Ben izledim, tavsiye eder miyim? Ederim, neden etmeyeyim? 7.5.
Justified – U.S. Marshal Office’de dik kafalılığı sonucu memleketi olan madenci kasabasına sürülen eksi kafa polis memuru Raylan Givens’ın başından geçenlerin anlatıldığı diziye birkaç sene önce başlamış ama şu anda unuttuğum bir nedenden dolayı bırakmıştım. Bu yazıyı yazmak için biraz göz gezdirdiğim dizi aslında tam benim kafamda bir diziymiş. Bizim Türk filmlerinde de sıkça kullanılan, konservatif, eski kafalı bir kanun adamının (Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı komiser karakterlerinde benzer) kendi tarzında uyguladığı adaletin çevresi tarafından yadırganması sonucu gelişen mevzuları seviyorsanız, bu diziyi izleyin derim. Hafif, yormayan, kafa karıştırmayan düz bir yapım. 7.5 veririm.
Last Resort – Bir Amerikan nukleer denizaltısına nükleer başlıklı bir füze atması emri gelir. Kaptan bu emrin manasız olduğunu, bu işin altında bir bit yeniği bulunduğunu düşünüp emre itaatsizlik eder ve bu nedenle peşine düşen Amerikan Deniz Kuvvetlerinden kaçmak için küçük bir adaya demirler ve olaylar olaylar. Konu fena değil aslında ama senaryo zayıf, oyunculuklar ilkokul müsameresi kıvamında olduğundan dizi de patladı ve 13 bölümlük ilk sezonun ardından rafa kaldırıldı. İzlemeyin, boş verin. 4.0.