Bu yazı dizisi için ilk etapta 140 TV yapımı belirlemiştim işe başlarken ve alfabetik sıraya dizmiştim. İlerledikçe bazı dizileri listeden çıkarmam gerektiğini düşünmeye başladım. Zaman kaybı olacaktı çünkü. Ne ben yazmaktan keyif alacaktım ne de siz okumaktan. Bu arada gözümden kaçan, nasıl olduysa araya kaynamış sıkı dizilere de rastlıyorum. Bunlardan biri Broadchurch. Alfabetik sıralamayı bozacak ama Broadchurch atlanacak bir yapım değil. Bugün onunla başlayacak ve arkasından da kaldığım yerden devame edeceğim.
“Hangi dizileri neden izliyorsunuz? Ya da ‘berbat’ olarak nitelendirdiğiniz bir dizide hoşunuza gitmeyen ne oldu? 140 küsür dizi için kendi ‘izlenebilirlik’ kriterlerimi çıkardım, buyrun bir göz atın…” diye başlamıştım söze ve kendimce bir TV yapımının izlenebilirlik kriterlerini ortaya koymuştum. Kurgunun öneminden girip, senaryo o kadar da iyi olmamasına rağmen oyuncu kadrosunda bulunan abilerin, ablaların bir diziyi izlenebilir kılabileceğinden dem vurmuştum. Dizi bana daha önceden bilmediğim, duymadığım bir şeyler öğretmeliydi. Hayal gücünün sihrini patlatmalıydı, psikopat senaryolarla ağzımızı bir karış açık bırakmalıydı.
Aynen bir önceki bölümde olduğu gibi 10 diziye yer vereceğim serinin bugünkü bölümüde ve kısa cümlelerle yine bu on dizi hakkında bir kaç kelam edeceğim. Hadi bakalım buyurunuz…
Game of Thrones – 10 ay ara verip 2 ay yayın yapan bir başka dizi de bu. Ama yine de, o 10 aylık süreyi duvarları tırmalayarak geçiren milyonlarca GoT hayranından biri de benim. Bir televizyon yapımından ne bekliyorsam istisnasız hepsi bu dizide diyebilirim. Adana’da açık sinemaların dolup taştığı zamanlarda filmlerin reklamını yaparken “Aşk, Macera, Zumzuk, hepsi bu filmde!” şeklinde bir slogan atan çığırtkanlar vardı. Game of Thrones’da da ne aşk eksik, ne macera, ne gerilim, ne heyecan, ne savaş, ne komplo, ne cinsellik, ne duygusallık, ne fantazi, ne dalavere, ne şok, ne zeka, ne ne ne… Oyuncu performansları deseniz, 10 numara. Bir kere “winter is coming” diye diye izleyiciyi bir beklentiye soktular, 5 sene oldu, o kış bir türlü gelmedi. Yazar George R. R. Martin, seyirciyi ekrana bağlamak için gerekli tüm öğeleri itinayla bezemiş diziye – burada kitapları hariç tutuyorum, okumadım çünkü. Sadece Sibel Kekilli için bile diziyi takip edenler olduğunu biliyorum ki Sibel abla da hakkını verdi rolünün. Karakterlerin komplikeliği mevzusuna hiç girmeyeceğim. Bir TV yapımında kaç tane baş karakter olabilir? GoT’da bu sayı 20’den az değil. Bu da yazarın dehasının bir göstergesidir. Bu yazıyı okuyan herkesin birer Game of Thrones hayranı olduğunu tahmin ettiğimden çok fazla edebiyat parçalamaya gerek duymuyorum. An itibariyle 703,973 IMDb kullanıcısı ortalama 9.5 puanı layık gördüğü bu muhteşem diziye benim puanım da daha aşağı değil.
Gotham – Eleye eleye haftalık takip ettiğim 7-8 dizinin arasına girdi Gotham. Bana göre grafik roman serilerinden uyarlanan en iyi dizi. Sıkışık, dar bir alana hapsolmuş senaryoyu üstün oyunculuk performansları ve dikkat çekici sinema teknikleriyle bu kadar çekici kılmak, rejinin büyüsü olsa gerek diye düşünüyorum. Batman filmlerinin kasvetli havasını yaratan, pastel renklerin ağırlığını ön plana çıkaran ışık filtresi bire bir olarak Gotham’da da kullanılmış. Öyle ki her an bir yerlerden kapkara yarasa peleriniyle Batman’in ortaya çıkıp olaylara el koymasını ve kötü adamları bir güzel pataklamasını bekler hale gelebiliyoruz. Gotham’la ilgili yazdığım ilk yazıda bu dizinin yürüyeceğini düşündüğümü belirtmiştim, hala aynı fikirdeyim. 8.0 puanı basıyor ve bir diğer diziye geçiyorum.
Graceland – Önümüzdeki haziran ayında 3’üncü sezonuyla ekranlara gelecek Graceland’in ilk sezonunun büyük bölümünü izledim, biraz zorlayarak da olsa. Hikaye fena değil aslında; California’da fıstık gibi bikinili kızların ve yakışıklı atletik erkeklerin hüküm sürdüğü bir plajdaki bir evde gizli görevdeki bazı polisler birlikte yaşar. O bölgede devam eden uyuşturucu, kaçakçılık, organize suçlar vesair konularda kötü adamları yakından takip eder, düzenlenecek operasyonlar için kanıt ve done toplarlarken bir yandan da birbirleriyle yakınlaşır, çatışır, itişir kakışırlar. Senaryo bu minvalde sürüp gidiyor ve zaman geçtikçe de fena halde sıkıcı bir hale geliyor. Oyunculuklar vasat, bir polisiye yapımdan beklenen gerilim minimum seviyede. Benim için bir diziyi ya da bir sinema filmini izlenebilir kılan en önemli öğe, öngörülemezlik bu dizide hiç yok. Yani gelişen olaylardan bir sonraki sahnede olabilecekleri kolaylıkla önceden tahmin edebiliyorsam o diziyi neden izleyeyim ki? İzlemem. Graceland, 6.0’dan bir kuruş fazla etmez benim nazarımda.
Hannibal – 2014’ün Mayıs’ında sezon arasında girip de 2015’in Haziran’ında geri dönmüyorlar mı, deli oluyorum. 13 aylık sezon arası mı olur kardeşim? Bizim yerli dizilerin günahı ne? 9 ay boyunca her hafta 100 dakikalık bölüm yap, sonra 2 ay tatili bile zor gör. Neyse… Bilmeyenler için hatırlatayım, Hannibal, nam-ı diğer Hannibal the Cannibal, 5 Oscarlı Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği) filminin bir ‘prequel’i. Yani Hannibal Lector’un hapse düşmeden önceki zamanını anlatıyor. Müthiş bir yapım. Çekimler, sahne kurulumu, ışık, müzik öyle etkileyici ki, Hannibal’ın insan etinden ve sakatatlarından oluşan mönüsünün tadına bakma arzusuna bile kapılmak durumunda kalabiliyoruz. Sıkıcı psikolojik terapi sahnelerinde bile gerilim eksik olmuyor. Bir kışkırtma, yönlendirme üstadı olan Hannibal Lector karakterini Anthony Hopkins ustadan devralan Mads Mikkelsen’in performansı inanılası gibi değil. Şiddetle tavsiye ettiğim dizilerden biri de budur, hiç durmayın derim. 9.0 puan, anasının ak sütü gibi helal!
Haven – Haven’ı izlemeyi bir şekilde bıraktım, ama maalesef neden olduğunu hatırlamıyorum. Mutlaka geçerli bir nedenim vardır. Şimdi baktım da konusunu bile hatırlamıyorum. Bu yazı işini hallettikten sonra ilk bölümüne bir daha göz atacağım. “Hatırlamadığın diziyi neden yazıyorsun” diyenleriniz olabilir, bir liste hazırladım ya, sırayı bozmamam lazım, bu da benim takıntım. Fakat ben eğer bir diziyi takibi bırakmışsam, güvenin bana, o dizi yaramazdır.
Hemlock Grove – Enteresan bir dizi Hemlock Grove. İlk sezonu nefessiz izledim ama geçtiğimiz yaz ikinci sezonu başladığında bir itici geldi bana. Sanki her şey tek sezonda yaşanıp bitmiş olmalıydı. Hikaye devam ediyor, tamam ama biraz zorlama gibi olmuş. Gerilimi yüksek, izleyiciyi bol bol şaşırtan, korku unsurlarını barındıran kasvetli havayı profesyonelce veren bir dizi. Oyuncu performansları da fena değil aslında. Sanırım beni irite eden unsurlardan biri karakterlerin genç oluşu. Asla bir gençlik dizisi değil ama kadronun büyük çoğunluğu 20 yaşın altında olunca bende garip bir şekilde antipati yaratıyor. Tavsiye ediyorum, evet. 7.0 gibi de bir puan veriyorum ama dediğim gibi ikinci sezon bana fazla geldi. Bu arada üçüncü sezon bu sezon içinde bilinmeyen bir tarihte başlayacak.
Heroes – Ne müthiş bir diziydi Heroes! “Save the cheerleader, save the world” sloganı ile başlamıştı. Bu sloganın ne anlama geldiğini çözmek için epey bir süre geçmesi gerekmişti. Birbirleriyle alakası olmayan dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan bir dolu insanın, nereden geldiği belirsiz acayip yetenekleri sayesinde dünyayı altüst etmelerini konu alan, bol aksiyonlu, bol gerilimli inanılmaz hızlı bir diziydi. Dizinin en önemli özelliklerinden biri aynı anda İngilizce, Japonca ve İspanyolca olmak üzere üç farklı dilde çekilmiş olması. İnanılmaz bir prodüksiyona sahipti öncelikle. Lost’la aynı döneme denk gelmişti ve bir birinden bir diğerinden takılıyorduk. Bir gün Lost günü, bir gün Heroes günü yapıyorduk benim bro’yla. Ama maalesef birçok sıkı yapımın başına gelen Heroes’un da başına geldi, yapımcıların para hırsına kapılmasına, hadi bir sezon daha, hadi bir sezon daha diye işin cılkını çıkarmalarına neden oldu. Bu kadar çok sevdiğim bir dizinin sonunu bilmiyorum, iyi mi? Hikayeyi öylesine dağıttılar ve öylesine toparlayamadılar ki yazık oldu.
Him & Her – Çok komik İngiliz dizilerinden biri. Ben komedi şovları aslında pek kale almam ama Him & Her gerçek anlamda yıkılıyor. Yirmili yaşlarındaki süper patavatsız, manasız bir şekilde dürüst, pis, çirkin, tembel, saçmasapan bir çiftin küçücük evlerinde geçen bu durum komedisini mutlaka izlemelisiniz. Para lazım, önlerinde kocaman bir hayat var ama onların derdi uyumak, içki içmek, oyun oynamak ve seks yapmak. Hepimizin hayallerinde böyle bir yaşam yok mudur?
Homeland – Claire Danes sizce de inanılmaz bir oyuncu değil mi? Manik depresif Carrie Mathison karakterini canlandırmak için uzun süre psikiyatrlarla çalışmış, bipolar hastalardan yardım almış. Ya Saul Berenson rolünü oynayan Mandy Patinkin’e ne demeli? Bir performans ancak bu kadar sade ve etkileyici gösterilebilirdi. Hem özel hayatında hem de yaptığı meslekte başına gelen onca vukuat karşısında soğuk kanlılığını korumaya çalışan ama o poker suratının arkasında kopan fırtınaların şimşeklerinin ışıltılarını gözlerine yansıtabilen nadir oyunculardan biri olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor Homeland’deki rolüyle. Brody’nin çocukları da müthiş değiller miydi? Unutmadan gözden kaçan bir detayı da burada paylaşmalıyım, 4’üncü sezonda 7 bölüm görünen terörist Haqqani’yi bir Türk oyuncu, Numan Acar canlandırıyor. Çok da başarılı; açıkçası gurur duydum. Sibel Kekilli’den sonra böylesi bir yapımda önemli bir rol alan bir Türk oyuncu olması, Türk sineması için umut verici bir detaydır. Homeland’i izlemeyen var mıdır bilmiyorum. Varsa da, “ben iyi bir gamer’ım” diyip GTA oynamamış biriyle eşdeğerdir benim gözümde. Genel olarak dizi seyretmeyenleri dışarıda tutuyorum tabii. Her neyse kardeşler, Homeland hakkında sayfalar dolusu yazabilirim ama yerimiz dar be yahu. 10.0!
Hostages – ABD başkanını ameliyat edecek doktorun ailesi rehine olarak alınıyor ve kadına başkan masada kalmazsa ailen ölür deniyor. Mevzu süper. Tam sinema filmi olacak konu ama yapımcıları bu hikayeyi 15 bölümlük bir dizi olacak şekilde çekmeyi tercih etmişler. Yarıda bıraktığım dizilerden biriydi Hostages. Oyunculuk performansları fena olmasa da kurgu karakterlere ısınamadım. Pek çok yapımda karşımıza çıkan oyunculardan kurulu bir kadroydu. Çok fazla tanıdık yüz vardı. Bilemedim, sevemedim, çabuk sıkıldım. Senaryoda bazı mantık hatalarına rastladığımı da hatırlıyorum. 6.0 puanlık bir dizi benim gözümde. Fazla detaya girmeye gerek yok. Konu ilginizi çekerse bir iki bölüme göz atmanızda yarar var.
Hangi Diziler Neden İzlenir (4)
Hangi Diziler Neden İzlenir (3)