Yayın hayatına başlayan yeni dizilere göz attık, attık da ne gördük acaba? Merak eden beri gelsin. Vira bismillah!
Kahramanımız Henry Morgan (Ioan Gruffudd), New York şehir morgunda çalışan 200 yaşında genç bir doktordur. Bir şekilde “ölümsüzlük” lanetine bulaşmış bu arkadaşımız, bu durumdan pek bir müzdarip olduğundan dolayı ölümsüzlüğüne sebep olan ektenleri ortaya çıkarmak için ter dökmektedir. İşin enteresan tarafı, bildiğimiz ölümsüz de değil – çok biliyoruz ya. Yani demek istediğim, vampir kafasında bir ölümsüzlük değil bizimkininki. 200 senelik hayatında defalarca ölmüş ama nasıl oluyorsa her seferinde kendini New York’un serin sularında çırılçıplak vaziyette buluvermiş. Hatta kankası ve sırrını bilen yegane şahıs Abe (Judd Hirsch), çoğu zaman elinde temiz kıyafetler ve havlularla “bizim eleman yine mefta oldu, üşütmesin yavrucak” der misali Henry’yi deniz kenarında bekliyor oluyormuş.
Ben şahsen çok sevdim Forever’ı. Ioan Gruffudd çok sevimli, güler yüzlü ve tabii ki iyi bir aktör. House M.D. tarzı; önüne gelen cesetlere şıp diye ölüm nedeni belirleyen süper zeka bir doktor hayal edin, üzerine bir de nazik, efendi bir karakter ilave edin; alın size Morgan M.D.. İzleyicinin kafasını fazla kurcalamadan, komedi unsurlarıyla bezenmiş ama bir o kadar da insanı meraka sürükleyen sevimli bir yapım. En son dördüncü bölümü yayımlanan Forever, bu yazı hazırlandığı sırada 5449 IMDb takipçisi tarafından 8.4 puanla değerlendirilmiş. Hoş ve akıcı, kastırmıyor. Bu yazıyı bitirdikten sonra son bölümünü izleyeyim bari, kendi kendimi doldum, iyi mi?
Gotham’a “bismillah” diyerek korka korka başladım. “Yılların karizması Batman’in çocukluğu mu? Patlar hacı bu dizi” diyenlerden biri de benim. Amma ve lakin öyle değilmiş. Henüz iki bölüm izlememe rağmen çabucak ısınıverdim diziye. Kiefer Sutherland’in Touch’ında da otistik bir çocuğu canlandıran David Mazouz, Gotham’da gösterdiği performansla adeta “bizim adımız Batman, biz karizma doğmuşuz bilader” demekten geri durmuyor. Aslında dizi daha çok James Gordon (Ben McKenzie) etrafında dönüyor. Karı-koca Wayne’lerin cinayetini çözmek üzere kolları sıvayan dedektif Gordon, bir anda kendini Gotham City’nin yeraltı dünyasında buluyor ve olaylar gelişiyor. Dediğim gibi küçük Bruce Wayne pek ortalarda yok ama ileriki bölümlerde ne olur, bilinmez.
Dizide benim dikkatimi en çok çeken detay, Bruce’un koca adamken bile koruyuculuğuna soyunan Alfred’in (Sean Pertwee) Gotham dizisinde Bruce’a kötü davranması oldu. Adam resmen çocuğa bağırıp çağırıyor, ne iş? Neyse ki veletteki büyüleyim (karizmanın yeni Türkçesi) zirvede de, Batman namını yerlere düşürmüyor.
Oyunculuklar, senaryo, kurgu, sahnelerin doluluğu gayet iyi. Batman filmlerinde kullanılan filtre dizide de kullanılmış ve aynı kasvetli, bulanık, karanlık ambiyans birebir ekrana yansıtılmış. Bence bu dizi yürür, arkadaşlar, demedi demeyin.
Intruder, kelime anlamı itibariyle “davetsiz misafir, bir yere zorla giren kimse.” Dizinin konusu da bu çerçevede işleniyor. Gizli bir grup, insanların vücutlarını ele geçirmek ve vakti geldiğinde bir diğerine atlamak suretiyle ölümsüzlüğün peşinde koşturuyor. Bir yazar olan Jack Whalen (John Simm), karısının abuk sabuk hareketlerinden işkillenip, takibe başladığında bu gizli örgütün de bir şekilde tekerine çomak sokmaya başlıyor, arkasından olaylar olaylar.
Intruders, pek heyecan duymasam da takip ettiğim dizilerden biri. Mevzu itibariyle alışılmış bir yapım değil. En azından bu temaya benzer bir konuyu işleyen bir dizi ya da film hatırlamıyorum. Varsa bildiğiniz, paylaşın lütfen. En son altıncı bölümünü izlediğim Intruders, 8 bölümde sezon finali yaptı. Süper yetenek gerektiren sahnelerin varlığında sıkıntı olduğundan kayda değer bir oyunculuk performansına rastlamadım. Yalnız, Madison O’Donnell rolünü canlandıran Millie Bobby Brown denen velet fena. Bacak kadar kızdan gıcık almanızı sağlayacak kadar yetenekli bir oyuncu.
Başrollerden biri olan Richard Shepherd (James Frain) iyi adam mı kötü adam mı çözemiyorsunuz. Bu da aslında iyi bir şey. Karakterin gizem sahibi olması izleyiciyi ekran başına çeken en önemli unsurlardan biridir. Ayrıca Shepperd’ın kullandığı çift namlulu tabanca da karaktere farklı bir hava katmış. Üşenmedim, sırf siz okuyucular merakta kalmasın diye araştırdım, AF2011-A1 olarak adlandırılan silah gerçekten de varmış. Hatta buyurun fotosunu da paylaşıyorum. ‘Spoiler’a kaçmadan dizi hakkında verebileceğim detaylar bu kadar. Ben izliyorum, tavsiye eder miyim? Ederim, neden etmeyeyim?
Gelelim Legends’a. Dizi, Martin Odom (Sean Bean) adında gizli görevlerden gizli görevlere gönderilen ve bu yüzden kimlik bunalımına giren bir hükümet ajanının yaşadıklarını konu alıyor. Devamlı sahte kimliklerle görev alan bu ajanlara Legends adı veriliyormuş. Odom’ın, aldığı her görevde sahte bir isim kullanmanın yanında, görevin niteliğine göre farklı bir karaktere de dönüşmesi gerekiyor. Bir mafya tetikçisiyken, bir bakıyorsunuz bir gazeteci, bir profesör, bir avukat olmak durumunda. İçine sızdığı grubun yapısına göre her karakter için farklı aksanlarda konuşup, farklı bir hayat görüşünü sunmak zorunda çevresindeki insanlara. İnsanın kafasının allak bullak olmaması ihtimal dahilinde değil. Üstelik arkadaşın bir karısı bir de oğlu var gerçek hayatında. Odom öyle bir noktaya gelmiş ki artık gerçek hayatının gerçekliğini sorgulamaya başlamış. Tabii burada anlatırsam küfür yiyeceğimi bildiğimden fazla detaya da girmek istemiyorum. Kısacası, faal olarak gizli görevlere devam ederken bir yandan da gerçek olarak bildiği kişiliği kurcalamaya başlayan bir vatandaşın dizisi bu.
Sean Bean abiyi bilmeyeniniz yoktur sanırım. Kendisi LOTR’un Boromir’i, GOT’un Ned Stark’ıdır. Hatta The Elder Scrolls IV: Oblivion’da da imparator Martin Septim’i seslendirmiştir. Sean Bean’i tanıyanlar, oyuncunun üzerine yapışan laneti de bilirler; oynadığı her karakter ölür! Bunu bilen yapımcılar da dizinin bilboard reklamlarının birinde #DontKillSeanBean tagine yer vermiş. Yazık lan…
Sean Bean dizi finalinde ölür mü bilinmez, ölse de çok umurumda olacak mı, olmayacak. Ben oynadığı oyuna bakarım. Farklı aksanları bu kadar rahat dillendiren aktör bizim ellerde olmadığı gibi öylesine Hollywood’da da zor rastlanır. Nedir abicim bizim o ağa dizilerinin hali? 30 kişilik kadroda, yerel ağzı iki kişi kullanır, doğma büyüme köylü diye tanıtılan eleman İstanbul Türkçesiyle konuşur. Sonra da ben oyuncuyum diye dolanırlar orta yerde. Peh…
Dizi incelemelerimiz devam edecek. Dizilerde Kış Sezonu Gümbür Gümbür başlıklı yazımıza da bir göz atın derim, okumadıysanız. Haydi bakalım, kolay gele…